John Rogers Searle (d. 31 Temmuz 1932, Denver, Colorado) Kaliforniya Üniversitesi, Berkeley'de Slusser profesörü olarak görev yapan Amerikalı felsefecidir. 31 Temmuz 1932 Colorado, Denver doğumlu John Rogers Searle Amerikalı bir filozoftur. İlgilendiği esas alanlar; dil felsefesi, aklın felsefesi ve metafiziğin alanlarıdır. Searle, şu anda Kaliforniya’daki Berkeley Üniversitesi’nde Profesör olarak çalışmaktadır.
Searle ilk önce Wisconsin Üniversitesi'nde, daha sonra da Oxford Üniversitesi’nde öğrenim görmüştür. Bu esnada, aynı zamanda John Langslaw Austin ve Peter Frederick Strawson’un düzenledikleri konferanslara katılmıştır. Searle, 1957 ve 1959 yılları arasında Oxford’da bulunan Hristiyan Kilisesi Koleji’nde (Christ Church Collage) öğretmenlik yapmıştır. 1959’da başlayarak, Kaliforniya’daki ünlü Berkeley Üniversitesi’nde 30 yıl profesör olarak görev yapmıştır. Yaklaşık 50 yıldır da buradaki fakültenin Felsefe Bölümü’nde görev yapmaktadır.
Berkeley Üniversitesi'nde görev alırken öğrencilerin yaptığı protestoları desteklemiş ve “Özgürce Konuş Hareketi (Free Speech Movement)”ne üye olan ilk profesör olmuştur. 1969 yılında, Searle dilbilimini farklı bir boyutta incelediği, dil felsefesi alanında temel eseri olan ‘Speech Acts’ı yayımlamıştır. Bu eserini takiben ileriki yıllarda, sadeleştirilmiş eklerle eleştiri üzerine çalışmalar yaptığı, aklın felsefesi altındaki başka alanlara yönelmiştir. Bu alanlarda yaptığı çalışmalar sonucunda Searle, 2000 Jean Nicod Ödülü’ne layık görülmüştür.
Söz eylem kuramı ve günlük konuşma Searle, John L. Austin, William P. Alston, Kent Bach ve Robert M. Harnish’le birlikte söz-eylem kuramının en önemli temsilcileri arasında yer alır. Söz eylem kuramı, dilsel anlamda bir teori olarak şu şekilde anlamlandırılmış ve tanımlanmıştır: Konuşma, bu eylemi gerçekleştirmektir. Örneğin; iddia etmek, emir vermek, soru sormak, söz vermek gibi eylemleri veya ima etmek ya da öncelemek (tahmin yürütmek) gibi soyut düzeydeki eylemleri veya dilsel öğelerin kullanımı için belirlenmiş kurallardan ileri gelen olanağını ve de bu kuralların, bu eylemlerin yerine getirilmesi gibi eylemlerin gerçekleştirilmesi anlamına gelir.
Searle, söz eylem kuramı ve de daha çok dil kuralları üzerine yaptığı icraatlarından bahsetmiştir. Kullanım kurallarıyla birlikte söz eyleminin anlamı olan “Wittgenstein geleneği” ile bağlantı gösterir.
Searle, G.C.J. Midgley tarafından yazılan “Linguistic Rules” ta bahsedilen düzenleyici (regulative) ve (yapı) oluşturucu (constitutive) kurallar arasındaki ayrımı kabul etmiştir. Burada oluşturucu kuralları yeni bir davranış tarzı oluştururken, düzenleyici kuralları da zaten var olan eylem tarzında düzenlemiştir. Bu, sokaktaki trafiğin kurallarla yönetilmesine benzer, ancak bu kuralların hiçbirisi trafik için gerekli bir şey değildir. Buna karşılık, satranç oyununun kuralları oluşturucudur. Yani satranç oynayan birisi eğer oyunun (constitutive) kurallarını bilmiyorsa, satranç oynayamaz, olsa olsa satranç tahtasında başka bir oyun oynar. Midgley’in “Linguistic Rules”tan yola çıkarak, Searle, anlam kuramının temel öğelerine ilişkin oluşturduğu kuralların tanımının ne olduğu ve dilin constitutive kuralları aracılığıyla oluşturmayı iddia etmiştir.
Searle, „Bir dili konuşmak, temel kurallarla bezenmiş sistemlerle irtibatlı olarak dil eylemleri gerçekleştirmek“ olduğunu belirtmektedir. Wittgenstein’ın geç dönem felsefesinde kurallara karşı çıkma eğilimi olmasına rağmen, her iki filozof arasında önemli bir fark vardır. Searle, sistematik bir dil kuralı oluşturmaya çalışırken, Wittgenstein da günlük konuşma dilinin sistematik bir şekle sokulmasına karşı çıkmıştır. Searle’ün söz konusu olan dili sistematikleştirme çabaları, dilbilim çalışmaları açısından yararlı olurken, dil felsefesi kapsamında tartışmalı olarak kalmıştır. Hal böyle iken, bazı dilsel kuralların oluşumu ve geçerliliğinin nasıl ortaya çıktığı sorusu akla gelebilir. Bu kurallar tartışılabilir, zira (oyun ve trafik kurallarının aksine) açıkça belirtilmemiş ve yazılmamıştır. Aksine dil kuralları, uygulamada ima içermelidir.
Dilini iyi kullanan biri kullandığı dilin kurallarını, nedenini bilmeden kullanır. İşte böyle bir problemin oluşması Donald Davidson’un kural kavramını reddetmesini onaylar niteliktedir. Robert Brandon ise, kural kavramında ısrarlı davranmış ve ortak bir uygulama doğrultusunda, dilsel kuralların nasıl var olduğunu ispat etmeye çalışmıştır.
John L. Austin’in açıklamalarından yola çıkarak, Searle ‘edimsöz’ eyleminin, her bir söz eyleminin temel görüşünü oluşturduğunu öne sürmüştür. Bu görüşün oluşmasıyla birlikte, Searle tarafında her şey belirsizdir. Bu görüş, uzun bir süredir dil felsefesinin araştırılmasına sınır koyan, önermesel bir nesne aracılığıyla tamamlanır. Bu şekilde, dünyayla ilişkisi olan bir konuşma eyleminin, söz-eylem kuramındaki önemi anlaşılır. Almanca’da önermeli bir (yarım) yan cümle (dass) -dığı, olan gibi fiilimsilerle ifade edilir. Şöyle örnekler verilebilir: Napolyon’un vicdansız olduğu…, çimlerin yeşil olması…, gibi.
Söz eyleminin tam tanımı için, önermenin niteliklerinin belirtilmesine, edimsöz eylem tipinin niteliklerinin de eklenmesi gerekmektedir. Birkaç örnek verecek olursak: Şu ümit edilebilir ki …, şu söz verilebilir ki …, şu iddia edilebilir ki ... gibi. Örnekteki gibi farklı edimsöz görüşler aracılığıyla, aynı önerme ile birlikte çok farklı söz eylemi oluşturulabilir. Searle aşağıdaki şu örneklerle bunu netleştirmektedir:
Tüm bu tanımlamalar, aslında hep aynı önerme ile ifade edilir, yani Sam’in sigara içmeye alışık olduğu edimsöz görüşlerinde farklılık oluşturur. İlk cümlede bir iddia söz konusudur, ikinci cümlede soru sorulmuştur, üçüncüsünde emir ve son cümlede de bir dilek anlamı vardır. Searle, farklı eylemlerin kurallarını göstermeye çalışmıştır.
Bu amaçla Searle, varsayımsal bir edimsözü, yani sözünün analizini ortaya koymaya koymuştur. Böylelikle bir sözün söz eylemi olabilmesi için, çok sayıda şartın yerine getirilmesi gerekmektedir. Örneğin; bir kişinin ‘p’ söyleyebilmesi için ‘p’nin olmadığı bir alıcısı olması gerekmektedir. Bunun dışında biz bunu bir tehditle, hiç söz kullanmadan yapabiliriz. Aynı şekilde bir söz, bir eylemin yerine getirilmesi amacına da bağlıdır. Searle’e göre tüm bu şartlar, dilin yapı temellendiren kurallarını ortaya çıkarmak, tanımlamayı içermektedir.
Searle’ün önermesel eyleminin tanımlanması, Austin’in retorik/konuşma eyleminin tanımıyla örtüşmemektedir. Ama en önemli fark ise; Searle’e göre önermesel eylem, söz eyleminin kesin bir parçası değildir, bunun aksine, bağımsız bir eylemin gerçekleştirilmesidir.
Önermesel eylem, edimsöz içerisinde konuşma (bir iddianın içinde ne gibi bir iddia olduğu sorusuna göre) olarak tanımlanabilir. Önermesel eylem, her iki referans ve derecesel eylemlerden ayrı olarak gösterilir. Kaynak
Söz eylem ya da dil eylem kuramı, dilsel ifadelerle sadece olayları betimleyen ve iddialar ortaya atan felsefi görüşler değil, aynı zamanda dünyanın durumunda değişiklik meydana getiren eylemlerin yerine getirilmesidir. Bu kuramlar şunu iddia eder: Örneğin, bir talimat (emir ya da kanuni hüküm), bir nesne ya da kişiye isim verme (vaftiz ya da adlandırma, ad koyma), kendi hükmüyle bir şey yapmak (söz verme), tehlikeye işaret eden bir ipucu (uyarı) ya da ruhsal anlamda dokunaklı bir ifade (hakaret), aynı şekilde gerçeğin değişimi bir vazonun parçalanmasına benzer. Söz eylem kuramı, dilsel eylemlerin varlığı, sınıflandırılması ve açıklanmasını araştırır. John Langshaw Austin ve John Searle, söz eylem kuramının en önemli temsilcileri kabul edilir.
Söz eylem kuramının ortaya çıkış tarihi, 1955 yılında John Langshaw Austin’in Harvard Üniversitesi’nde “How to Do Things with Words” başlığı altında düzenlediği konferansta bu kuramdan bahsetmiş olması sayılabilir. Aynı başlık altındaki bu eseri, 1961’de ölümünden sonra yayımlanmıştır. Esas olarak, 1969 tarihinde yayımlanmış “Speech Acts” (Söz Eylem) adlı kitabı ile Austin’in düşüncelerinden belirli görüşlerini, ihmal edilen ve not edilen başka düşüncelerini başarılı bir şekilde sistematik hale getirerek, söz eylem kuramı fikrinin yayılmasından Austin’in öğrencilerinden biri olan John Searle sorumludur.
Searle, özellikle tek dil ailelerinin tanımlanmış bir modeli olan “söz verme” söz eylemi örneğini geliştirmiştir. Söz eylem kuramının öncü dil filozofu olarak Ludwig Wittgenstein kabul edilebilir. 1953'te “Felsefi Soruşturmalar” adlı eserinin yayımlanmasıyla kelimelerin genel anlamda sadece şeylerin adlandırılmasıyla görevli oldukları teorisine karşı çıkışının açıklamasını yapmıştır. “Adlandırma eyleminin gerçekleşmesi ile devamında ne yapıp yapmayacağımız bize gösterilmiştir. Gösterilenlerin sadece bir tanesinin olup olmaması, şeylerden konuşmak anlamına gelmektedir. Cümlelerimizle çeşitliliği sağlarız.”
Wittgenstein, adlandırma açısından konuşma ve eyleme geçirme dil tezlerine karşı çıkmıştır. Burada “Dil oyunu” ifadesi, dili konuşmanın meslek ya da hayat tarzının bir parçası olduğunu belirtmelidir. Wittgenstein, bazı “dil oyunları”nı adlandırmıştır. Emir vermek, rica etmek ya da teşekkür etmek gibi söz eylemin kullanılan örnekleri Austin’in geç döneminin örneklerindendir. Bu geleneksel çizgi, büyük bir dikkatle çizilmelidir. Ludwig Wittgenstein, Austin ve özellikle John Searle’nin bilgiye olan yaklaşımları çok farklıdır.
İnsan mantığının bir teorisi olan Searle’nin söz eylem kuramının devam eden temellendirme çabaları, Wittgenstein’ın dil oyunu-düşüncesi ile söz eylem kuramının en önemli sorunu olan eleştiriyi netleştirmektedir. Searle, Wittgenstein’ın sistematikleştirilmemiş düşüncelerini sistematikleştirmiş, aynılaştırmamıştır. Bunun kural açısından netleşmesi, örneğin Noam Chomsky’nin “Transformationsgrammatik” (dönüşümsel dilbilgisi) gibi başka dilbilgisi teorileri, teknik kural ve kuramın uygulaması hakkında söz eylem kuramından yola çıkmalı, böylece hangi biçimde olursa olsun ifade edemeden, kurallara uyulabilir. Bu düşünce, Wittgenstein’ın “Felsefi Soruşturmalar” adlı eserinde açık bir biçimde eleştirilmiştir.
“Sözeylem araştırmalarının tarihi” konusunun gündeme gelmesi, çok da eski bir döneme rastlamaz. Irma Taavitsainen ve tarihsel pragmatiğin bir bibliyografyasını oluşturan Andres Jucker, merkezi yayın organları “tarihsel pragmatiğin kitabı”nı (Journal of Historical Pragmatics) kurmuşlardır. Tarihsel süreç içerisinde belirli bir söz eyleminin nasıl oluştuğu sorusu, “Onomasyoloji” (isim öğretisi) alanında (Joachim Grzega, Alfred Bammesberger ve Marion Schöner tarafından yazılmış “Onomasyoloji Online” adında, bu alanda kabul gören bir makalede ele alınmıştır.) Avrupa dilbilimi (Eurolinguistik) de söz eylemlerinin gelişimi ile ilgilenmiştir.
Austin, söz eylemin sınıflandırılmasını üç bölümde yaparken, Searle bunu dört bölüme ayırmıştır.
Sözeylem kuramı, Austin hariç bazı kuramcılara göre, sadece dilsel eylemlerin bir teorisi değil, aynı zamanda cümlede anlam teorisidir. Sözeylem kuramı, anlam kavramının tanımının zenginleştirilmesini talep etmiştir. Anlam kavramının yorumu, mantığın yönlendirici dil felsefesi gibi gerçeğin koşullarının tekrar kurgulanması olarak oluşamayabilir. Dilsel ifadeler, başarı ya da başarısızlık gibi görüşlerin değerinin dışarıya yansıtılmasında, gerçek değerlerinin eleştirisine gereksinim duyar.
Sözeylemler, birbiri ardına hiyerarşik bir şekilde sıralanmış unsurların karmaşık eylemleridir. Bu sıralama, sözeylem kuramını inceler ve bir şey yapılarak, bir şey söylenerek, bir şey açıklanarak nasıl etki altında kalındığını gösterir.
Bir ifadenin cümledeki anlamı, bir soru ya da bir yasak söz konusu olduğunda anlam unsurlarına aittir.
Bu durumda, bir ifadenin belirli bir “edim rolünün” ya da “edim”inin olduğundan bahsedilebilir. Konuşmacı, edim rolün ya da edimin olduğu ifadelerle edimsöz eylemi yerine getirir. Bir ifadenin edimsöz rolü, söz edilen edimsöz göstergelerinden anlaşılır. Edimsözün göstergeleri şu şekildedir:
•*Edimsel fiiller: Bana yardım etmeni rica ediyorum, Sana işi kabul etmeni öneririm.
Searle, edimsözü sınıflandırırken 20 ölçüt belirlemiştir. Bunların üçü şunlardır:
Searle bu üç ölçütten sonra edimsözü beş kategoriye ayırmıştır:
Repräsenta-tivaTemsili | DirektivaTalimat | KommissivaDüzenleyici | Expressivaİfade edici | DeklarativaBildirici | |
---|---|---|---|---|---|
Amaç | Nasıl oluşturulacağını belirtir. | Kişinin, eylemi yapmaya ya da yapmamaya sevk edilmesi | Eylemin gerçekleştirip gerçekleştiril-meyeceğini kararlaştırma. | Kendi hisleriyle ifade etme | Söylemlerle dünyanın uygun söy-lenmişlerini değiştirme |
Oryantasyon (haber) | Dünya sözcüğü | Sözcük dünyası | Sözcük dünyası | Hiçbiri | Her ikisi de |
Ruhsal durum | İnanç | İstek | Amaç | Durum | Eylemi ger-çekleştirme sorumluluğu |
Örnekler | İddia etmek, haber vermek, bildirmek | Rica etmek, emir vermek, tavsiye etmek... | Söz vermek, karar vermek, sunmak, tehdit etmek. | Teşekkür etmek selam vermek, tebrik etmek, şikayet etmek | Atamak, işten çıkar-mak, vaftiz etmek... |
Assertiva olarak da adlandırılan “temsil”, tespit etmek, iddia etmek, bildirmek, açıklamak, son vermek gibi söz eylemleridir. Tüm bunların ortak noktaları ise, konuşmacının, bu eylemler aracılığıyla, eylemsel durumda ifadenin doğruluğuna ya da yanlışlığına karar verilmesidir. Assertiva konuşmacıya söz konusu durumun doğruluğunu göstermekle görevlidir.
Talimat (direktiva) söz eylemleri, konuşmacının eylemini gerçekleştirdiğini göstermekle yükümlü söz eylemleridir. Talimat söz eylemleri, örneğin; talep etmek, rica etmek, emir vermek ve tüm emir kipindeki fiiller gibi emir yoluyla ifade edilirler. Kommissiva (düzenleyici) söz eylemleri, konuşmacının bir sonraki eylemini gerçekleştirdiğini göstermekle görevlidir. Düzenleyici fiiller söz vermek, vadetmek, yemin etmek, tehdit etmek gibi fiiller aracılığıyla belirtilir.
İfade edici (Expressiva) söz eylemleri konuşmacının içinde bulunduğu ruhsal durumu ifadelerine yansıtması ve bununla birlikte toplumsal samimiyet kurallarına hizmet etmekle görevlidir. İfade edici söz eylemleri, teşekkür etmek, kutlamak, özür dilemek ve taziyede bulunmak gibi dışa vurucu fiillerden oluşur.
Bildirici (deklarativa) söz eylemleri, belirli bir sosyal kurumun (ör. Okul, cami, kilise, devlet kurumları gibi) temelini, belirli bir durum içerisinde oluşturulan söz eylemleridir. Bildirici söz eylem fiillerinden birkaçı ise şöyledir: vaftiz emek, atamak, vazgeçmek. Bildirici ifadelere tipik birkaç örnek: “Burada istifamı açıklıyorum…” “… adına …” “… işlevimi … olarak açıklıyorum”
Austin’e göre eylemler aşağıdaki gibi ayrılmıştır:
Austin, düzsöz eylem kavramı konusunda şöyle bir sınıflandırma yapmaktadır:
Böylelikle, kısmi eylemlerin ardı ardına ya da eşzamanlı yerine getirilmesi ve de dil eyleminin değerlendirilme şekli söz konusu olmuştur. Bu eylemler, içkin ilişki aracılığıyla birbirine bağlanırlar. Örnekler:
a) Mesela konuşmacı, etkisöz aracılığıyla, ısrarcı edim söz eylemini yerine getirerek, ifade eylemini oluşturarak dinleyiciyi incitir: Sen çok çirkinsin.
<!-- -->b) Konuşmacı, etkisöz aracılığıyla, edimsöz eyleminin soru şeklinde kullanımıyla ifade eylemini yerine getirerek dinleyiciyi tedirgin edebilir: Siz en son ne zaman duş aldınız?
<!-- -->c) Konuşmacı, etkisöz aracılığıyla edimsözün uyarı eylemini kullanarak, dinleyiciyi caydırabilir: Yaptığın plan tehlikeli olabilir.
Austin’e göre etkisöz eylem, etkisöz yaptırım durumundan farklıdır. Etkisöz efekti (yaptırım durumu), etkisöz eyleminin yerine getirilmesiyle oluşan etkidir. Konuşmacı, sözeylemle dinleyicinin gülmesini amaçlayabilir. Fakat asıl oluşan efekt, dinleyiciyi sinirlendirmek olabilir. Konuşmacının esas niyeti başarısız olmuştur. Eğer, konuşmacının esas niyeti ile asıl oluşturduğu etki birbiriyle bağdaşıyorsa, etkisöz eyleminin yerine getirilmiş olmasından bahsedilebilir.
Searle tarafından önerilen, Austin’in teorisinin değişimi, esasen sözsel eylemi ilgilendirmektedir. Searle, bu önerilerin edimsöz eylemden farklı olmadığını ve düzsöz eylemi kavramının gereksiz gözüyle değerlendirildiğini iddia etmiştir. Bunun yerine Searle, “ifade eylemi”ni öne sürmüştür. Bunu takiben de, “önerme eylem” (propositional act) olarak adlandırılan teorisini ortaya koymuştur. Bununla birlikte, Searle sözeylemi 4 kısma ayırmıştır:
“X şeyi yapacağıma söz veriyorum” ya da “Bu gemiye y adını veriyorum” gibi cümleler, açıklayıcı söz eylemlerine örnek cümlelerdir. Burada açıklayıcı, edimsel (performative) doğrudan söz eylemlerinden bahsedilebilir. Birinci örnekte “söz verme”, ikinci örnekte “ad verme” açıklayıcı edimsel fiildir. “X şeyi yapmak” durumu edimsel zekâya ve ifadenin amacına uygun olduğu için doğrudan söz eyleminden de bahsedilebilir.
Buna karşı olarak ise içeriksel (dolaylı), doğrudan söz eylemleri vardır. Bunlar oldukça sık karşılaşılan, önemli eylemlerdir. Açıklayıcı, edimsel ve doğrudan olan bir söz eylemi olan “X şeyi yapmaya söz veriyorum” sözeylemi, içeriksel (dolaylı) söz eyleminde, edimsel fiili ortadan kaldırarak “X şeyi yapacağım” şeklinde ifade edilir.
Bundan başka, Searle’e göre, bir de dolaylı söz eylemleri vardır. Bunlarda edimsel amaç “önerme”den anlaşılmaz. Dolaylı sözeylemleri, bir sözeyleminde ya da ifade biçiminde var olan koşullara bağlıdır. Örneğin, “Tuzu bana ver!” cümlesini sözeylemsel açıdan şu koşulla ilişkilendirilmesi gerekebilir: “Dinleyici, tuza uzanabilecek durumda olmalıdır.”, buna uygun olarak, “Tuzu bana uzatabilir misin?” soru ifadesi kullanılabilir. Bu, sözcüksel anlamda ele alınırsa, dinleyicinin tuza uzanabilme gücüne göre oluşturulmuş bir sorudur. Konuşmacının isteğinin yerine getirilmesi olan edimsöz eylemi, ayrıca bir rica niteliğindedir. Dolaylı söz eylemlerinde, birinci ve ikinci edimsöz farklıdır. İkincil edimsöz, örnekte de gösterildiği gibi, dinleyicinin tuza uzanabilme gücünü soran sözcüksel eylemlerdir. İfadenin esas amacını belirten birinci edimsöz ise “Tuzu bana ver lütfen” örneğinde görüldüğü gibi rica da içermektedir. İkinci söz eyleminin yerine getirilmesiyle asıl (birinci) söz eylem oluşturulur. Searle’ün dolaylı söz eylemleri konusundaki fikirlerine göre, rica olan ilk edimsöz eylem, ikincil eylemin karmaşık sıralanmasıyla oluşturulmalıdır. Searle’e göre dinleyici, sadece cümlenin eyleme dönüştürme yetisini sorgulayan bir soru olup olmadığını anlamakla kalmaz, aynı zamanda bir rica olup olmadığını da anlar. Bu durum, araştırmalar doğrultusunda henüz bir kesinlik kazanmış değildir. Bu görüşe karşı olarak, “Tuzu bana uzatabilir misin?” ifadesi örneğin Almancada resmiyette “Tuzu bana ver lütfen” ifadesiyle aynı anlama gelmektedir. Dinleyici burada herhangi bir zahmete girmemektedir.
Performans (Edim), dil kullanımının bir sembolüdür, konuşmadır. Bu kavram, 1960’lı yıllarda John L. Austin tarafından geliştirilmiştir ve söz eylem kuramının başarısı ile ilgilidir. Buna karşılık, gerçek veya yalan durumların temellendirici tanımlarını, sosyal dünya içerisinde bulunan durumların, oluşturulan hakikat aracılığıyla performativ/edimsel ifadelere dönüştürür. Edimsel ifadelere örnek olarak, söz eylem açısından sosyal gerçekliği değiştiren; ancak gerçek ya da yalan olarak kıyaslamadan nikâh akdi olarak adlandırılan “evet” sözcüğü gösterilebilir. Söz eylem burada, bir eylemi sembolik olarak yerine getirme işlevidir.
Kültür biliminde sözeylem, oyunu sahneye koyma ve sergileme olarak görülür. Böylelikle, Kültür biliminde bir dönüm noktası oluşturulmuştur. Heidrun Brückner ve Elisabeth Schömbucher, edimsele ek ile Kültür biliminde, sosyal kurum ve metinlerde olmayan, hatta araştırmaların merkezinde kadın oyuncunun eylem yetisi olan değiştirilmiş bir görüşü taşımışlardır. Kültürel performans, kadın oyuncu ile sadece kültürel değerlerin, tasviri aracı olarak kullanılması ve bir kimlik yaratılması değil, aynı zamanda toplumsal eleştiri ve kültürel değişimlerin oluşmasını sağlayan tören ya da tiyatrodaki toplumsal yorumlardır.
Edimsellik, John Langshaw Austin tarafından oluşturulmuş, çeşitli bağlarla farklı anlamları da bulunan sözeylem kuramının bir kavramıdır.
Gerald Posselt’e (Viyana Üniversitesi, Felsefe Bölümü) göre kuramsal açıdan post yapısalcı bakış açısı, edim ve edimsellik arasındaki farktır. Edim, davranışı ya da bir eylemi bir öznenin yerine getirmesi olarak adlandırılırken (bu sözeylem kuramında da vardır), edimsellik kavramı, öznenin bağımsız, niyetsel davranış sergilemesini inkâr eder. Bir ifadenin edimselliği, öznenin ifade eylemi aracılığıyla oluşturduğu, ifade konusu ve eyleminin gücünü vurgular. Jacques Derrida edimsel ifadelerin tekrarlanabilirliği (Iterabilität) ve alıntılanabilirliğini vurgular. Edimsel bir ifadenin oluşturulabilmesi için, (gösterge teorisinin mi yoksa kültür teorisi fikrinin mi alınacağından sonra) ifadelerin, sistem içerisinde alıntı ya da törensel olarak, toplum tarafından bilinen gelenek, görenek ve değerlerin tanınabilir ve tekrarlanabilir olması gerekmektedir. Bu, edimsel ifadelerin başarısız olma ihtimalinin konuşma ve dile bağlı olduğu anlamına gelmektedir.
Noam Chomsky’e göre edimin karşılığı edinçtir. Edinç, konuşmacının dili hakkındaki bilinçsizce kazandığı bilgilerini gösterir. Edim ve edinç ikilisi, Noam Chomsky tarafından geliştirilen dönüşümsel dilbilgisi (Transformative Grammatik) çerçevesi dâhilinde oluşturulmuştur. Bu ikili, esasen Ferdinand de Saussure tarafından tanımlanan “Langue” (dil) ve “Parole” (konuşma) ikilisi ile örtüştürülmüştür.
Austin’e göre edimsel ifadeler, edimsöz eylemle oluşturulmuş cümlelerdir. Bu konu, Austin‘in ders notlarından oluşturduğu “How to Do Things with Words” kitabında ayrıntılı bir biçimde ele alınmıştır.
Örnekler:
Austin ilk derste, “saptayıcı” (konstativ) ve “edinçsel” (performativen) ifadeler arasında esaslı bir karşıtlık olduğundan bahsetmiştir. Önce doğru (true) ya da yanlış (false) olduğunu ve “bir şey söylemek” ile sınırlandırıldığını, daha sonra hem doğru, hem yanlışlığını ve sadece bir şeyi yapmakla görevli olduğunu (asıl sözü de aşan şey) belirtmiştir. Ders süresince, Austin, ifadelerin bu şekilde sınıflandırılmasına dayanmasıyla bir dizi kuşkudan kurtulmuştur. Son olarak ise, “toplam konuşma durumu içerisinde toplam sözeylem” olarak görülür. Bunun sonucunda şu ilişki ortaya çıkar: “saptayıcı” ve “edinçsel” ifadeler arasındaki farkın öğrenilmesi, özel ve genel kuramlar gibi sözeylemdeki düzsöz ve edimsöz eylemlerinin öğrenilmesiyle alakalıdır. Bu tespitler, uyarı, yargı, tasvir gibi edimsöz eylemlerin sınıflarından sadece biridir. Austin’e göre son olarak önemli olan şey ise, edimsöz eylemlerin ve bir eylemi yerine getiren ifade fikrinin araştırılmasıdır. Austin’in edimsöz eylem kuramı, John Searle tarafından sözeylem kuramı içerisinde benimsenmiştir ve daha da geliştirilmiştir. Bunun dışında, Karl Bühler ve Roman Jakobson tarafından “işlevsel dil modellerine bağlılık” oluşturulmuştur.
Judith Butler, kendisinin toplumsal kuram görüşlerinde Austin’in kavramlarını kullanmıştır. Göstergeler ve söz eylemleri aracılığıyla, bu kimlik dişil ya da eril olarak belirlenmiştir. Bu yüzden bir ebenin “bebek, kız” demesi sadece betimleyici bir tespiti değil, aynı zamanda “bebek kız olacak” anlamında talimat bildiren söz eylemidir. Cinsiyet edinci, politik edinci ve tiyatro performansının birlikte uyum halinde gerçekleşmesinden kaynaklanır.
Edebiyatta kavramlara karşıt kavram olarak “écriture” olarak anılan “yazın” kullanılmıştır. Écriture, vücuda bağlı değilken, edinç, bir vücuda bağlıdır. Edinçsel edebiyat konuları “öznelerin yok sayılması” ya da Roland Barthes tarafından geliştirilen “yazarın ölümü” ile sıkı bir ilişkisi vardır.
Searle’e göre ‘yönelmecilik’, dil felsefesi ile mantık felsefesi arasında bir köprü görevi yürüten bir kavramdır. Yönelmecilik, Franz Brentano tarafından, modern, felsefi bir tartışma konusu haline getirilmiştir. Brentano, yönelmecilik kavramını, zihinsel durumların yöneltilmişliğinin (amaçsallığının) belirleyici bir özelliği olarak tanımlamıştır.
1983’te orijinalinin yayımlandığı “Intentionality” (yönelmişlik) kitabında Searle, Paul Grice’in eserlerine ve ilgi alanın odak noktası olan “yönelmecilik” kavramını içeren daha başka eserlere ağırlık vermiştir. Searle’e göre, söz eylemde olduğu gibi, yönelmecilik, iletişimi sağlayanların niyetlerinin hiçbir anlamı olmadığı konuşma eylemlerinde, önemli bir rol oynar. Konuşmacıların ifadeleri evrende tesadüfen, niyetsel bir sebep olmadan ortaya çıkar. Böylelikle, sadece anlamsız bir ses dalgası oluşur. “Yönelmecilik” anlam açısından gerekli bir koşuldur ve sadece canlılara verilmiştir.
“Yönelmecilik” kavramı üzerine yapılan tartışmalar, son yirmi yılda özellikle indirgemecilik (Redüksiyonculuk) sorunu ile gündeme gelmiştir. İndirgemeciler, tüm olayların en sonunda doğa bilimsel tasvirlerle açıklanabileceği tezini savunmuşlardır. Bu indirgemeci tez, bilinç ve yönelmişlikle (niyet) birlikte değerlendirilmiştir. Searle, indirgemecilerin bu çabalarına sert bir şekilde karşı çıkmıştır. Örneğin; Searle, düşünen ve bu şekilde yönelmişlik kazanan bilgisayar ve robotların üretilmesi için yapılan çalışma ve deneyleri eleştirmiştir. Bu tarz talep ve istekler de Searle tarafından hiç öngörülmemiştir. Searle, niyetsel durum ve yaşantıları birbirine çok sıkı bağlamaya çalışmıştır.
“Yönelmecilik” olayının doğru bir şekilde kavranılması, yapay zekânın asıl teorisini doğrudan etkilemektedir. Bilgisayar dâhisi Alan Turing 1950 yılında, makinelerin düşünüp düşünemeyeceği sorusuna bir cevap niteliğinde “Turing Test”i hazırlamıştır. Turing’e göre, bir bilgisayar kendisini bir insanmış gibi gösterip, bir insanla yazılı olarak konuşma (Chat) yaptığında düşünebilir.
Searle’e göre, bu “Turing-Test” bir bilgisayarın düşünebildiğini göstermeye yeterli değildir. Ona göre, bazı bilgisayarlar sadece bir insan tarafından yönlendirebilir, kendi başına düşünemez. Searle, bu tarz zihinsel süreçler için, durumu aşan “yönelmecilik” kavramının ön plana çıktığını düşünmektedir.
Searle bu eleştirel bakış açılarını desteklemek için, “Turing Test”in başarısızlığını destekler nitelikte bir kanıt öne sürmüştür. Çin odası düşünce deneyi olarak bilinen bu delil büyük bir kütüphanenin kabulü ile başlar. Bu kütüphanede kendisine Çince bir not bırakılmış biri bulunmaktadır. Bu insan hiç Çince anlamamaktadır, ayrıca bu esnada kütüphanede çeviri kuralları kitaplarının bulunduğu rafların orada durmaktadır. Bu kişi notta yazılı olan harfleri kitapta aramış ve bir kâğıt parçasına kitapta verilen işaretlerle yeni bir not yazmıştır. Daha sonra bu notu, kütüphaneye teslim etmiştir. Düşünce deneyinin püf noktası ise, kitapta olan Çince cümlelerin diğer Çince cümlelerle bağlantılı olmasıdır. Bu arada kütüphane, Çinli bir gözlemci için doğru bir iletişim kaynağıdır. Kütüphanede bulunan not, soruya benzeyen, doğru olarak yazılmış Çince cümleler içermektedir. Kütüphaneye bırakılan not ise, birbirine uygun Çince cümleler ve soruların cevaplarını içermektedir. Bu kütüphane sistemi (Çin odası) “Turing Test”ten dolayı oluşmuştur.
Bunun sonucu olarak, Searle’e göre hem gelen kişi hem de kütüphanede bulunan hiç kimse Çince anlamamaktadır. Searle’e göre bu durum, “Turing Test”in yapısının canlı bir dili anlamak için yeterli olmadığını göstermektedir. Searle Çin odası deneyinden yola çıkarak, kural olarak bir bilgisayarın insanın yaptığı şeyi yapamayacağını belirterek, verilen kurallara göre göstergelerin şeklini değiştirerek yeni göstergeler oluşturmuştur. Bu Çin odası düşünce deneyinin yeterli olmadığı durumlarda, düşünebilen bir bilgisayarın nasıl oluşturulacağı da bilinmemektedir.
Searle, zayıf ve güçlü yapay zekâ arasında bir farkın olması gerektiğini, yaptığı düşünce deneylerinin sonucunda göstermiştir. Yapay zekâsı zayıf olan, yalandan insan davranışları sergilemeyi ve insanlar tarafından sadece zekâ yoluyla baş edilen problemleri çözmeye çalışır. Searle’e göre böyle bir proje tamamıyla meşrudur. Zekâsı güçlü olan ise, düşünebilen bir bilgisayar üretmek istiyor ki, bu Searle’e göre pek mümkün değildir. Yapay zekânın temsilcileri bu kanıta farklı tepkiler vermişlerdir. Bazı bilim adamları, zayıf yapay zekâya sınır çekerken, diğerleri Searle’ün düşünce deneylerini reddetmiştir. Bazıları ise, Çin odası sisteminin tam olarak anlaşılması için, sistemi açıklamışlardır. Buna karşın, benzer bir sistemin karmaşalığını da açıklamamışlardır.
Searle, yönelmişlik kavramı ve sanatsal zekâ üzerine yaptığı çalışmalarından sonra bilinç teorisiyle ilgilenmiştir. Searle, kendisini “Natüralizm” geleneği içerisinde görmüş ve bilinç kavramının oldukça normal ve biyolojik bir olay olarak incelenmesi gerektiğini iddia etmiştir.
Aynı zamanda, “reduksiyonizm”in (indirgemecilik) sert eleştirmeni olan Searle, kişisel deneyimlerin doğa bilimsel tanımlamalar aracılığıyla asla aktarılamayacağını belirtmiştir. Bu natüralistik (doğacıl) inançlarından dolayı Searle, bilinci soyut bir olay olarak gören dualistik (ikilikçi) filozoflardan ayrılmak istemiştir. Searle’nin bu sadeleştirmeye karşı olan eğilimi, aynı zamanda sinirsel/nöronsal süreçlerle birlikte, zihinsel bir durumun tanımlanmasını yasaklamıştır.
Searle, biyolojik durumun zihinsel durumu etkilediğini belirterek, belirginleşen bu ikilemden kurtulmak istemiştir. Ruhun ve beynin karşılıklı etkileşimi, ikilemci teorinin tipik bir unsurudur. René Descartes da beynin belirli bir yerinde (beyin epifiz bezinde) var olan biyolojik sürecin ruhu da etkilediğini iddia etmiştir. Searle bu tarz teorilerden kendini soyutlamış ve sebep olarak başka bir biçimde var olan bilinç durumunu göstermiştir. Bilinç, karmaşık biyolojik sistemde üstün bir özellik ve soyut olmayan bir varlıktır. Searle, bu tarz açıklamalarıyla bilinç odaklanma/çekim teorisinin bir temsilcisi olduğunu kanıtlamaktadır. İkicilik ve fizikalizm sorunlarını kullanmayı vadetmesi durumu çok cazip gelir. Bu çekiciliğe rağmen, aynı zamanda Searle’ün “biyolojik natüralizm“i sadeleştirmeye karşı olmasına tepki gösterilmektedir. Searle’e göre, bilinç problemsiz, biyolojik bir olay olmadığında, biyoloji aracılığıyla çözülemeyen, öznel bileşene sahip bir bilinç gibi anlaşılmaz olur.
Searle, sosyal olayların ontolojisinde (varlıksallığında) iki esas konu olarak şunları belirtmiştir; sosyal gerçeklikteki anlaşılmaz bir olay sadece var olduğunu düşündüğünüz için var olan gerçektir. “Elimdeki 20 Dolarlık bir banknotun bir kâğıt parçası olduğu, İngiltere vatandaşı olmam ya da New York Giants beyzbol takımının bir maçı 3–2 yenmesi, nesnel bir gerçekliktir. Tüm bunlar, benim düşüncelerime bağlı olmayan nesnel gerçekliklerdir. Bunun tam zıddını düşündüğümde, yanlışa düşüyorum. Ancak, bu nesnel gerçeklikler sadece ortak bir kabul ya da onayla oluşmaktadır.” Searle’ün hedefi, insanların kabulüne bağlı olan dünyadaki nesnel gerçekliklerin nasıl olabileceğini ve bu gerçekliklerin nasıl oluştuğunu anlamaktır. Searle, “Aklın Felsefesi” ve “Dil Felsefesi”nde geliştirdiği felsefi araçları açıklamaya çalışmıştır. Özellikle yönelmecilik ve temel kural kavramları, Searle’ün “Toplum felsefesi”nin odak noktasını oluşturmuştur. Searle şu üç temel süreç aracılığıyla sosyal gerçekliklerin oluşumunu açıklamıştır:
Searle’ün sosyal olay ontolojisinde oluşum kavramının asıl görevi, onun oluşumcu olarak herkesçe adlandırılmasını sağlamaktır. Bu durum, Searle sosyal gerçeklik alanındaki oluşumcu tezleri sınırlamak istediğinde geçerli değildir. Burada Searle’ün, gözleme dayalı ve gözleme dayalı olmayan olaylar arasındaki ayrımı ortaya çıkmaktadır.
Sosyal dünya, sosyal gerçekliklerin oluşumunun konuşulabilmesinden dolayı, gözleme dayalı olaylardan oluşmaktadır. Buna karşılık doğa bilimleri, oluşumu gerçekleşmemiş, gözleme dayalı olmayan olayları tanımlamaktadır. Genel oluşumcu durumlara karşı olarak bu eleştirel yaklaşımlar, son yıllarda Searle’ün de çok fazla üzerinde durduğu genel bir felsefi duruma atıfta bulunmaktadır. Searle, görecili felsefi akımlara karşı olarak, “gerçeklik”, “akılsalcılık” (rasyonalizm) ve “hakikat” kavramlarını geleneksel ve sağlam bir şekilde yorumlamaya çalışmıştır.
Bunun yanı sıra, Searle, Richard Rotry ve Jacques Derrida gibi yazarların gerçek ve varsayımsal rölativizmini (görecilik) sadece felsefi inanılmazlık olarak değil, aynı zamanda politik bir tehlike olarak görmüştür. Searle, özellikle konuşmamızın akılcılığı, gerçekliği ve hakikatinin geleneksel tanımının anlaşılmadığını felsefi açıdan kanıtlamıştır. Rotry, bu deneyüstü kanıta şu şekilde karşı çıkmıştır: “Searle, anlaşılırlık ve varsayımın koşullarını gördüğü her yerde, ben kullanıcıların büyük ve güçlü nesnelere, yani gerçeğin iç varlığına sadık olması, söz konusu uygulamaların kullanıcıların hislerine söz sanatı açısından güçlü ve süslü yazının aracılık etmesi gerektiğini düşünürüm.”
Interview in Conversations with History series. Available in webcast and podcast.
Interview with John Searle on language, writing, mind, and consciousness
Orijinal kaynak: john searle. Creative Commons Atıf-BenzerPaylaşım Lisansı ile paylaşılmıştır.
Ne Demek sitesindeki bilgiler kullanıcılar vasıtasıyla veya otomatik oluşturulmuştur. Buradaki bilgilerin doğru olduğu garanti edilmez. Düzeltilmesi gereken bilgi olduğunu düşünüyorsanız bizimle iletişime geçiniz. Her türlü görüş, destek ve önerileriniz için iletisim@nedemek.page